beyoğlu...

İnsanlar akıyordu. Nehrin üzerine düşmüş patatesler gibiydiler. Sağa sola ve size çarparak yol alıyorlardı. Beyoğlu’nu ilk defa gören biri bu durum karşısında dehşete düşüyor olsa gerek. Yıllardır o sokaklarda gezdiğim halde ben bile dehşete düşüyordum bu durum karşısında. Kalabalık dışında da insanı dehşete düşüren durumlar vardı. Her an sapığın birine denk gelebilirdiniz veya yüzünü bir daha görmek bile istemeyeceğiniz eski bir arkadaşınızı ( bu eski sevgiliniz veya eski patronunuz da olabilir.) binlerce insanın arasından pirinç taşı ayıklar gibi görebilirdiniz. Ya da pezevengin birine denk gelebilirdiniz balık pazarının girişinde.
“kardeş bir saniye bakar mısın?”
“buyur abi!”
“kadın ister misin?”
“kim istemez ki”
“elimde çok iyi bayanlar var görmek istersen yerimiz az aşağıda seni götüreyim.”
“benimi götürcen! Siktir git orospu çocuğu”
Veya şöyle gelişen diyaloglarda oluyor pezevenklerle aramda.
“kardeş bakar mısın?”
“buyur abi”
“kadın ister misin?”
“Abaza gibi mi duruyorum?”
“yok kardeşim belki ihtiyacın vardır diye söylüyorum eğer varsa yerimiz yakın hemen götüreyim seni…”
“siktir git başımdan akşam akşam…”
Bu piçler işlerinde o kadar uzman olmuşlar ki kim düz duvara tırmanıyor kim podyumda yürüyor hemen anlıyorlardı.Beyoğlu bu kadar çok ve önemli tehlikeler barındırıyorsa da içinde bir o kadar da çekiciydi. Değişik yerlerden binlerce insanı bir mıknatıs gibi çekiyordu kendisine. Bu çekimin kaynağı bazen bir kadın, bazen tarihi bir pasaj, bazen bir şeyler içmek için uğranılan nevizade bazen de kalabalık içinde yok olma isteği oluyordu.

0 yorumlar:

Yorum Gönder

<< Home