Olay ufku...


Deneme, yanılma!

hayat bundan ibaret gibi!

bir şeyler yaşıyoruz,

ya da yapıyoruz

bazen   oluyor

bazen de olmuyor...

olsa da yaşıyoruz.

olmasa da!

ne demek şimdi bu?

istesek de ayrılamadığımız limanlar var,

orda durmak zorundayız.

çünkü gidecek bir yer veya evren yok...

sadık kalmalıyız

az ile yetinmeyi bilmeli insan

az denilen

senin sınırın!

o sınıra ulaştıysan

yapacak bir şey yok artık!

bir astronutun olay ufkunu geçmesini bekleme!

sen zaten geçtin artık...

geçmiş olsun.

Çapa

 


İnsana 3 dakikaya fikirleri sığdır deseler,
siktirin gidin der...
Ama stirkof biraz farklı,
kafası kıyakken
Dünyayı bile sığdırabilir,
Her şeyin anlamını çözmese bile,
bir şeylerin anlamın çözer kendince...
yetmedi mi bir 3 dakika daha koyar üstüne,
kim engelleyebilecekse onu!
yeter ki duygularına odaklansın,
mantığı ve düşünceleri bir olsun
düşünce ve duyguları aynı hizaya gelsin,
evrenin, varoluşun  sırrını bulmuş gibi hisseder...
Hissiyat yanıltıcıdır,
aynı beş duyu organı gibi,
işin özü budur zaten,
yanılmaya aşığızdır hayatta,
özellikle stirkof,
çok sever bulutların arasından sızan bir ışık hüzmesini
sevdiği bir arkadaşının söylediği sözler gibi
yanıltıcı ve yanlı olduğu kadar
ama
vazgeçemez
bir şeylere tutunmak için bu hayatta
doğru olup olmaması önemli değildir,
inanmak için...
Bir geminin çapası gibidir
yanlış bir limanda olsa bile
tutunmak için.
Yeter bu ona
hayatta kalmak için...

Kelebek


 

şeffaf ve berrak
farkı anlamadan seni uçuran
içinde bir enerji patlaması ve duygu boşaltması yaşatan,
hani içini kıpır kıpır yapan.
ama bam teline dokunan
veya futüristik bir zamanda yaşatan!
her şey zihninde,
insanın düşünceyle yapamayacağı bir şey yoktur!
Yeter ki o aşkın konuma yükselmesin...
eski hataları düzeltebilir,
geleceğini planlayabilirdik...
ama keşke herşey zihinde olsaydı!?
devletleri yıkıp ütopya oluşturmak ne kadar kolay olurdu!
Hayal gücüyle evreni keşfedebilirdik!
Fakat ayılınca insan gerçekle karşılaşır,
küçük hesaplarla baş edemezdi...
basittik..
öngörüsü ve vizyonu olmayan yaratıklardık,
şu kısacık ömrümüzde.
bir kelebeğin yaşam döngüsü kadardık...

Kosmoz...



Büyüklük

kendinden daha büyük olana verilen bir yakıştırma

küçüklük

kendinden daha küçük olana verilemeyen bir yakıştırma

incelik

ruhunun derinliği

sevgi

kalbinin genişliği

aşk

senin sınırın

hayat

hayallerinin toplamı

sen

kozmosta bir toz zerreciği olamayan bir şey...

Son

Sonun başlangıcı!

Ölümden sonra mı gelir ölmeden önce mi?

Bilinmez

O kadar yaşadık

yiyip içtik

mutlu olduk, üzüldük!

Bir döngü gibiydi

çarkıfelek iyide mi duracaktı kötüde mi?

Bize bağlıydı.

Yaşamdı bu sabiti olmayan, devamlı göreceli.

Açıkçası şuna inanıyorum

çift kişikli olmayan kimse mutlu olamazdı.

Sistem, hayat bunu gerektiriyordu.

Mutsuzken, mutlu olabileceğin,

mutluyken mutsuz olabileceğin eylemler

her zaman şarttır.

İşin doğası böyleydi.

İstesen de istemesende.

En önemlisi ise

feleğin sonlandığı yerde

mutlu kalabilmekti....

umarım o yerde olurum.

Aşkım ve bebeğimle....

Gecenin geç saati...


Gecenin 2.39'u
Ağzım açılmış uyukluyorum.
Aklımda bir melodi
Mutluluk hormonu işlevi görüyor.
Piyano sesi ve ince pürüzsüz bir ses çınlıyor kulaklarımda
Odaklanmamı sağlıyor.
Hafiften kendime geliyorum.
Ne de güzel yad etmiştik halbuki geçmişi bu gece
Votka portakalla birlikte
Karıştırmadan bulandırmadan
Güzel geceydi.
Ah be!
Ne kadar hızlı geçti zaman :(
Düşünebiliyorken anlamak
Anımsayabiliyorken hatırlamak
Yaşayabiliyorken hissetmek
Gerçekten harikulade.
Geçmiş üzerinde yorum yapmak
Gelecek üzerinde yorum yapmaktan daha kolay ve mantıklı çoğu zaman.
Olmuş olan olacak olandan her zaman kıymetlidir.
Çünkü gerçekliktir.
İyi ya da kötü konuşulmaya değer olandır.
Kısacası ramattır.

Sonbahar Yaprakları..



İçimde bir sıkkınlık, bıkkınlık!
Gene bir güz sancısı.
Unutulan yüzler, tutulmayan sözler, gerçekleşmeyen hedefler…
İnsanda ister istemez bir farkındalık gelişiyor
Her sene tekrarlanan.
Ağaçlardan düşen sarı yaprakları gördükçe
ben de 
“bir gün o yaprak gibi yaşam kaynağımdan kopacağım”
duygusu 
daha bir tatlı sert bir hale geliyor.
Çok kısa
Evet çok kısa bir zaman diliminde
Herhangi bir şeyden 
Pişmanlık duymaya bile vakit bulamadan
Bir yaprağın toprağın üzerine düşmesi gibi
Düşeceğiz.
Düştüğümüzde ne ruhumuz için söylenen ağıtların,
Ne de ritüellerin bir faydası olmayacak.
Gene de 
Var olmak
ve 
Bunun farkında olup, yaşamaya çalışmanın
Akıntıya karşı kürek çekmek misali
Bir değeri var benim için.
İşte bu değer için içiyorum
Şerefe!

Ritim




ritim yaşamın ve direncin belirtisi...
sık sık ve tavan yaparak
sevinçli ve coşkulu
ya da
sık sık dip yaparak
hüzünlü ve acılı
nasıl attığına bağlı
ve tüm bunların dışında
kalbin bir tuhaf olur
atar atmaz durumda
bir yandan
hüzünlenirken
bir yandan
sevinçlisindir.
kilometre taşlarına denk gelirsin
isteyerek ya da istemeden
farketmez bu durum senin için
önemlidir
çünkü
zaman, mekan ve bilinç altı
kayıt altına almıştır.
istesen de istemesen de
masanın bir ayağı kırılıp
içemeyecek duruma gelene kadar...

Hayal için de hayal!



Şu sıralar gündemim yorgunluk!
ölesiye çalışıyormuş gibi hissediyorum
Bir köle misali hayaller kurarak...
tatlı hayaller gibisi yok!
Güneşten sızan küçük bir ışık huzmesi bile
beni Jamaika'ya götürüp getirmeye yetiyor.
Bazen de avrupaya gidiyorum
paris sokaklarında gezip caz dinlerken,
aşkımla karşılıklı bir kafede oturuyoruz
şarabımızı yudumlarken...
güzel hayaller şu üç kuruşluk dünyada
hesap yaptım gecenin bu saatinde
33 yıl bir saniye de geçmiş gibi
kalan 33 yılın kaç salise süreceğini tahmin bile edemiyorum.
Bu sürede heryeri gezemeyeceğime göre
hayal kurmaya devam
toz oluncaya kadar...

ışık huzmesi ve hissiyat



Öğleden sonrası
Işık huzmelerinin diyarındayım
Bitmeyecek bir rüya içerisindeyim sanki
Viskimin verdiği gaz ne kadar iyi olursa olsun
Her şeyin bu kadar güzel gitmeyeceğini anımsıyorum
Sıradanlığın, yanılgıların veya
Soluklanmak için girilen birahanenin birinde
Kokonanın birinin bir içki ısmarla demesinin
Keriz yerine konulmaya çalışılmasının tekdüzeliğine
İsyan etmemek elde değil…
Her şeye siktir çekmek
Ve
Umarsızlığa dik bir açıdan dalmanın verdiği
Gazla yudumluyorum içkimi
Ve düşünüyorum her zamanki gibi.
Bu hayata katlanmamı sağlayan dayanağımın
Masumiyetini
Ve bende olmayan özelliklerini sahiplenişimin
Bende yarattığı mutluluğu…
Şanslı bir piçtim
Bir kedinin punduna gelene kadar yaşadığı zamana kadar…

Yarış



Yarış başladı!
Bayağıda vakit geçti
Ağır aksak ilerliyorum
sağıma soluma bakıyorum
yeterince iyi değilim
herkes önde gibi
öyle mi?
Yok öyle bir şey
Keyif almakta üstüme yoktur
Bir kadeh şaraptan, iki ellilik biradan,  üç kadeh viskiden ve
Bir şarkıdan
Aldığım keyfi kimse alamaz
Bu konuda üstüme kimseyi tanımam
En azından bir dalda başarılıyım!
Siktir ediyorum yarışı
Elimden gelenin en iyisini yapıyorum
Keyif alarak yaşıyorum
Kafamdaki hissiyata dayanarak söylüyorum
En iyisi benim gene…

Bukowski





Buko buko buko!
Ne diyeyim senin hakkında bilmiyorum orospu çocuğu,
Resmini her gördüğümde
Ana avrat küfredesim geliyor.
Ama bir yandan
Sana karşı boynumu eğmekten geri kalmıyorum
Nedir bu ikilem
Bu çelişki!
Bir yandan başardıkların için mutluluk
Bir yandan ise acı duyuyorum
Az önce şişeninin dibine vurdum
Ve karşıma çıktın gene
İyi şeyleri kendimde
Kötüleri ise senden biliyorum
Sokayım Marksist diyalektiğe diyerek
Biramı yudumluyorum.
Gerçeklerden kaçmadan
Sana sığanarak…

Yıldızım...


Aşkımlayım.
Cidden.
Rahat, huzurlu ve kendimden emin bir şekilde.
O karşı koltukta oturuyor.
Ben ise onu izliyorum.
Bir yıldıza bakar gibiyim.
20X80’lik konus dürbünüm anlamsız kalıyor.
İhtiyacım yok o parlaklığı görmek için.
Çıplak gözlerimle karşımda.
Büyülenmişim.
Mutluyum.
Bir şişe J&B artı bir kutu bira.
Ben gene benim.
O ise bir yıldız.
Bir fark var.
Sadece görüp izlemiyorum.
Ulaşabiliyorum.
Benim o, o benim…

La Belle Vie!



Yine bir akşamın geçi.
Kafam iyi ve aynaya bakıyorum.
Boynumda atan damarı görüyorum.
Sanki ilk defa fark ediyormuş gibi
Şaşırıyorum.
Kendimi kaptırmışım tinsel olgulara.
Uzun zamandan beri ilk kez canlı bir organizma olduğumu hatırlıyorum.
Gerçek ile hayal arasında
Nargilemden çıkan duman gibi
Bir gün kayıplara karışacağımı hissediyorum.
Yaşıyordum işte.
Atan damar bunun en büyük kanıtıydı.
Şimdilik.
Zevk alsam da acı çeksem de bir şekilde akıyordu
Hayat içime.
Bu komedinin içinde
La Belle Vie’yi dinliyordum.
Anlamsızlık ve önemsizlik içinde…

Bazen

Bazen
Beyoğlu’ndaki otelde olmak istiyorum.
Bir şişe şarap ve Fransızca parçaların içinde yitip gitmek için.
Bazen
Kızılımın yanında olmak istiyorum.
Onun sıcaklığının içinde erimek için.
Bazen
Var oluşumun amacını düşünmeden
Sadece ben olmak istiyorum.
Ama
Benlik kendi başına bir anlam ifade etmiyorsa!
Her şey göreceliyse
Basitçe
Kendi düşüncemizin bir anlamı yoksa
Başkalarının düşüncelerine göre bir konum işgal ediyorsak!
Ya da edemiyorsak…
Bazen
Tek bir tanrının olduğu
Bu evrenin dışında bir yerde olmak istiyorum.
Hiç kimsenin algılayamayacağı,
Fizik kurallarının yok sayıldığı bir noktada.
Sadece kendim olabilmek için.

Hatıra

Yine bir eylül günü
Usum kırık,
Umudum sararmış bir halde.
Güneş her zamanki gibi,
Görüp de ulaşamayacağın bir mesafede.
Sıcaklığına ihtiyacım var.
Ama ısıtmıyor.
Tekilaya sığınıyorum.
Hatırlıyorum.
Ayrılırken
Kızılımın kolumu sıkışı geliyor aklıma.
Bir bebeğin annesinin parmağını sıkar gibi,
Candan ve sıcak bir şekilde.
Ürkütmekten korkuyorum onu.
Yoksa çoktan o harikulade dudaklarına asılmıştım.
Hayvani duygularımı törpülemeye çalışıyorum.
Bu sefer kızılımı parçalamak istemiyorum.
Diğerlerine yaptığım gibi…
Anlam katmaya çalışıyorum
Onunla geçirdiğim her ana.
İleride içmeye değecek daha çok hatıram olsun diye…

Fragman



Güneşin batışı
Hiç bu kadar yalnız hissettirmemişti bana.
Denizin üzerindeki yansıması bile
Ne kadar parçalandığının göstergesiydi.
Ben de parçalanıyordum.
Fiziksel olarak fena değildim.
Ama duygusal olarak hala dipteydim.
Geçmişte tıkılıp kalmıştım.
Aşmak zordu benim için.
Çaba sarf etmiyordum.
Zamanında bir film izlemiştim.
Tamamen kızıl bir dünyada geçen.
Mutlu bir hikayeyle başlayıp
Kahramanın sevdiğine ulaşamadığı
Filmin sonunda hüznün boy gösterdiği
İzlemesi zevkli ama yaşaması acı bir filmdi.
Çok düşündüm.
Bizim filmlerden farklı olmamız lazımdı.
Hayat bir kurgu olamazdı.
Ama ya Tanrı bu evrendeki en büyük yönetmense!
O zaman rolümüzün hakkını verip
Acı çekmeye devam etmeliydik.

Şişemin yarısı, gerçekliğin tamamı - 2

Yapamıyordum.
Bu kadar düzensiz ve belirsiz bir hayatın içindeyken
Bir şeylere ulaşmak ve ona sahip olmak imkansızdı.
Ve
Umutsuzluğum her geçen gün artarken
Yalnızlığım
Evren gibi genişlerken
Tutunabilmek için bir güce veya referans noktasına ihtiyacım vardı.
Şişemin yarısı gerçekliğin tamamıydı.
Evrenin dışına çıkmak, cehennemin kapısında olmak, normal veya herkesten ve her şeyden uzakta olabilmek için.
Çok kısa bir süre için.
Aynı hayat gibi…

Yanılsama



Her şey bir yanılsamadan ibaretti.
Fark etmemiz uzun zaman alıyordu bu yanılsamaları.
Ama fark ediyorduk bir şekilde.
Birisini saçmalayacak şekilde seviyorsan buna aşk deniliyordu.
Geçiciydi.
Birisini saçmalayacak şekilde severken kaybedersen buna sonsuz aşk deniliyordu.
Kalıcı bir yanılsamaydı.
Kaybetmezsen sıradanlaşan,
Kaybedersen ilahlaşan
Boktan bir yanılsamaydı ikisi de.

Bu mudur?

“Is this love?” diye haykırıyordu Bob.
O da benim gibiydi.
Sorguluyordu.
Ama iş işten geçip,
Yalnız ve dipteyken,
Yüreğinde bir sızı,
Zaman zaman
Zaman yolculuğu yaparken,
Yüzünde rüzgarın öpüşüyle,
Şişelere tutunmaya çalışırken
farkına varmıştı.
“This is love!”

Sarhoş olmak için güzel bir gece daha!

Sarhoş olmak için güzel bir gece daha
Önce bir müzik açarsın
Piazzola’dan veya Aznavour’dan
Gözlerini kapatırsın dinlerken
Rahat koltuğuna otururken
ama
Hiçbir şey gelmez gözlerinin önüne…
çünkü
Bir günü daha anlamsız bir şekilde heba etmişsindir.
Acı bir şekilde farkına varırsın.
biraz
Daha votkaya sarılırsın.
Yavaş yavaş ayılmaya başlarsın
çünkü
İçtikçe ayılır insan.
Aynı anda hem geçmişi hem de geleceği düşünüyorsundur artık
Mahvettiğin hayatları ve hayatını
Mahvedebileceğin hayatını ve hayatları…
Huzursuz olursun.
Artık düşünmek istemiyorsundur
Şişeyi bitirirsin
Sonra sıradakini...

Gölge

Bendim o duvarın arkasındaki gölge
Dikkat çekmeyen ve sıradan görünmeye çalışan
bazen silik bazen koyu,
zamanı geldiğinde yok olabilen,
mutluyken acı çeken
acı içindeyken mutlu görünen,
hayatta bir çırak iken
usta gibi davranabilen
katıksız saçmalığın içindeyken
hep normal görünmeye çalışan,
kara delikten kurtulmaya çalışan
bir kozmonot misali…

Martı



Bir martı uçuyor
Yeşil ve mavinin üzerinden
Çok sakin ve mutlu bir uçuşu var
Özlem duyuyorum o an ona.
Bir pike yaparak kayboluyor dağların arasından.
Gözüme bir karaltı takılıyor
Dallamanın biri o iğrenç vücuduyla güneşimi kesiyor,
Düşüncelerimi darmadağın edip,
huzurumu kaçırıyor.
Dayanamayıp içkimi dipliyorum.
Gözlerimi kapıyorum ve martıyı düşünüyorum.
İmreniyorum o martıya
Bir pike yaparak kaybolmak için

Anlamsız bir hüzün


Yaşamın sırlarını bilseydik
Ne boktan bir hayat olurdu tahmin bile edemiyorum.
Rus ruleti oynar gibi anlamsızlık içinde olmasaydık,
Ne anlamı kalırdı bir tren istasyonunda
Camdan geçen ışınların çiçeklerin üzerindeki görüntüsünün
Bizde uyandırdığı evrenin sahteliği ve gerçekliği hakkındaki düşüncelerin.
Veya sonbaharda bir öğle vakti sararıp yere düşmüş yaprakların içimizde uyandırdığı hüzünün…
Ya da bitmiş bir sevginin arkasından hayata acı acı gülümsemenin bizde yarattığı zevkin.
Hiç birinin bir anlamı olmazdı.
Bu boktan yazı gibi…

Sakat bir sevgi..

Kızgındım.
Yaptığı aymazlıklar öfkemi kabartmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Duymak, görmek ve hissetmek istemiyordum.
O kızıl saçlarıyla karşıma her çıkışında içimdeki kızgınlık iyiden iyiye artıyordu.
Dayanılmaz olmuştu ikiyüzlülüğü.
Durum aşk olayı değildi.
Sakat bir sevgiden ibaretti her şey.
Başkalarının yardımıyla tekerlikli sandalyede hareket edebilecek
Boktan bir durumdaydı.
Siktiğimin birasını yudumlarken,
Yaşadığım her şeyin içtiğim bira gibi hayatımdan bir atık olarak
Çıkmasından başka bir dilemiyordum.
Her zamanki gibi…
Ve biramdan son yudumu aldıktan sonra,
Kutuyu sol elimle sıkarak anlamsız bir şekle sokarken,
Hayatı da yamultmuş olmanın basit bir yanılsamasıyla
soyut bir Dünya’ ya yol alıyordum.