Mutsuzdum...

Bir çok kişinin kalbini kırmıştım.
Onlar da benimkini.
Ama önemsediğim şeyler insanlar değildi.
Değer yargılarımdı.
Ya da onlardan geri kalanlardı.
Bir insanın değer yargıları çevresiyle ve doğayla olan ilişkileri düzenliyordu.
Benimkiler sadece beni düzenliyordu.
Bencildim. Aynı hayat gibi…
Ne zaman ne yapacağım belli olmuyordu.
Aynı kader gibi.
Mutsuzdum.
Herkes gibi.

Elastik bitiş çizgisi.

Nasıl düşmüştüm bu duruma! Anlam veremiyordum. Her şeyi doğru yapmıştım. Sanırım. Ama olmamıştı. Bu boşluğa düşmekten kendimi kurtaramamıştım. Belki de kazanmamın mümkün olmadığı bir savaşa girişmiştim. Bilemiyorum. Ama bana kazanabilirim gibi gelmişti. Keşke birazcık daha çaba gösterseydim… Bir yarıştaymış gibi bitiş çizgisine uzansaydım. Son hamlemi yapsaydım. Yok olmazdı gene. Gecenin bu saatinde altılık paket birayı devirdikten sonra fark ediyordum. Bitiş çizgisini geçmem imkânsızdı. Çünkü bitiş çizgisi elastikti! Ben bitiş çizgisini geçmeye çalışırken o bitirmem gereken mesafeyi daha çok uzatıyordu. Bir türlü onu koparıp yarışı bitiremiyordum. Sabrım tükenmiş, sinir katsayım artmış ve yorulmuştum. Çabalarımın karşılığını alamıyordum. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordum. En sonunda sikerim böyle yarışı deyip vazgeçmiştim her şeyden. Evet, olaylar bu şekilde gelişmişti.

Yeni bir hayata başlamıştım. İlk başlarda çok memnundum. Sorunsuz gibiydi her şey. Hiçbir şey için çaba göstermiyordum. Günlerim içki ve uykuyla geçiyordu. Sanki hep rüyada gibiydim. Uyurken de hayal görüyordum, içerken de. Hayal görmek güzeldi ama gerçeklikten uzaktı. Bir süre sonra bu tekdüzelikten canım sıkılmaya başlamıştı. Uğraşacak bir şeylere ihtiyacım vardı. Yoksa delirecektim. Yarışa tekrar dönemezdim ama. O kulvarda artık başkaları yarışıyordu. Ben hakkımı kaybetmiştim.

Hem zaten uzun bir maraton koşucusu olmadığımı da idrak etmiştim. Yapılacak tek bir şey vardı benim için ve onu yaptım. Uzun mesafe yerine kısa mesafeli yarışlarda şansımı denemeye karar verdim. İlk dört yarışımı çok rahat kazanmıştım. Zevkli yarışlardı bunlar. Bu yarışlarda yorulmaz ya da yıpranmazdınız. Harikulade bir şeydi benim için bu durum. Başarılı olduğum bir alan bulmuştum kendime. Yarış aralarında veya yarışırken bile içebiliyordunuz. Herhangi bir kısıtlanma yoktu. Gün geçtikçe bu yarışlarda ve hayatta ustalaştığımı hissediyordum. Özellikle kadınları daha iyi anlamaya başlamıştım. Bütün ıstırapların ve zevklerin kaynağını. Tehlikeli ve acımasız varlıklardı. Bir sırtlanı andırıyorlardı. O güzel gülüşleri ve şirinlikleriyle size sokulmaya çalışıyorlardı. Ve bunun için her yolu deniyorlardı. Başardıkları zaman yüreğinizden koca bir parça ısırık alırlardı. Sakat bırakırlardı sizi. Ruhunuzda tahammül edilemez bir acıyla baş başa kalırdınız. Bu durumdan çıkmak ve tekrar yarışabilmek için kullanabileceğiniz tek bir ilaç vardı. İçki! Masum bir ilaç değildi ama epey tatlıydı. Sonuçları bir kadının vereceği zarardan daha keskindi. Aslında içkiyle kadın arasındaki fark çok açıktı.

İçki seni terk etmez, öldürürdü. Kadın ise terk edip süründürürdü.

O an...

Gün batımı ve kırmızılık
Tam kırmızı bile değildi.
Turuncu sanırım.
Ne fark ederdi?
O an bu evrenin dışındayken bile!

Üşüyorum...

Tilki uykusundayım.
Bir gözüm açık diğer gözüm kapalı.
Yanımda harikulade bir sıcaklık.
Derin bir uykuya dalmak istiyorum.
Olmuyor.
O sıcaklığı kaybetmekten korkuyorum.
Zaman akıyor.
Dayanamıyorum ve derin bir uykuya dalıyorum.
Korktuğum başıma geliyor.
Üşüyorum!

@Gündüzdoğanay